Dünyanın gördüğü en kanlı dönem olan 2. Dünya Savaşı, arkasında çok büyük bir enkaz bıraktı. ABD, savaşın sonlarına gelindiğinde hala savaşa devam eden Japonya’yı pes ettirmek için o zamana kadar daha önce eşi benzeri görülmemiş bir yıkıcı güç olan nükleer bombayı kullanmıştı. Önce “Litte Boy” isimli bomba ile Hiroşima şehrini, sonrasında Fat Man ile Nagazaki şehrini adeta haritadan silmişti.
ABD’nin elindeki bu yeni güç, gücünü nükleerden alıyordu ve nükleer tahmin edeceğiniz gibi son derece tehlikeli bir çalışma alanıydı. Japonya bu iki bombanın ardından ABD’nin karşısında duramayacağını anlamış ve teslim olmuştu. İşte bu anlarda ABD’li bilim insanları bir nükleer bomba daha yapmaya çalışıyordu. “Y Projesi” olarak da adlandırılan bu üçüncü atom bombasının kalbinde 6,2 kilogramlık rafine plütonyum ve galyumdan oluşan bir küre bulunuyordu. Savaş bitti, enerji yüklü bu topa ihtiyaç kalmadı, ancak öldürmeye devam edecekti. Zamanla adı “şeytan çekirdeği” olarak anılmaya başlayan kürenin ve arkasında bıraktığı kurbanların hikayesi:
Bilim insanları, artık savaşta ihtiyaç duyulmayan atom bombasının çekirdeğini bilimsel deneyler için kullanmaya başladı.
Eğer savaş devam etseydi muhtemelen bu çekirdek, Japonya’nın günümüzde adını iyi bileceğimiz bir şehrine atılıp on binlerce insanın ölümüne neden olacaktı. Ancak Japonya pes etti ve bu yaşanmadı. Bu olunca “Rufus” kod adlı bu çekirdek daha fazla test için Los Alamos’taki tesislerde tutulmaya başladı.
İlk kaza hemen savaşın ardından yaşandı.
Sonrasında şeytan çekirdeği olarak anılacak bu plütonyum ve galyum küresi, ilk kurbanını Japonya’nın teslim olmasından kısa bir süre sonra aldı. Eğer Japonya teslim olmasaydı bu tarihten iki gün önce bu çekirdeğin patlatılması planlanıyordu.
Aslında Los Amaloslu bilim insanları plütonyumun süperkritik hale gelerek zincirleme reaksiyon oluşturarak ölümcül radyasyon yaymaya başlayacağı eşiği iyi biliyorlardı. Deneyler de bu riskler göz önüne alınarak gerçekleştiriliyordu. Hatta bu kızgın canavarı uyandırma risklerinin olduğunu bildikleri için bu duruma bir isim bile takmışlardı. “Ejderhanın kuyruğunu gıdıklamak” dedikleri bu testler sonucunda çekirdeğimiz ilk kurbanını 21 Ağustos 1945 gecesi aldı.
Ejderhanın kuyruğunu tek başına gıdıklayan Harry Daghlian’ı bir sürpriz bekliyordu.
21 Ağustos 1945 tarihinde yemek yedikten sonra laboratuvara dönen Harry Daghlian, plütonyum küresini tungsten karbürden yapılmış tuğlalarla çevreledi. Bunu yaparken tek başınaydı (sadece güvenlik görevlisi bulunuyordu) ve bu sebeple aslında güvenlik protokollerini ihlal ediyordu.
Daghlian, eğer belirli bir seviyeye çıkarsa plütonyumu süperkritik hale getirecek olan bu yansıtıcı tuğlaları ördü. Sonrasında tuğlalardan birini çekmek için hamle yaptı ancak tam bu anda yanlışlıkla tuğlayı kürenin tepesine düşürdü. Bu darbe süperkritikliğe neden oldu ve etrafa mavi ışık parıltısı ve ısı dalgası yayıldı. Daghlian, hemen tuğlayı aldı ancak bunu yaparken elinde bir karıncalanma hissetmişti.
Daghlian özelinde her şey için çok geçti.
Daghlian’ın hayatındaki bu ufacık hata anı, onun ölümcül dozda radyasyon almasına neden olmuştu. Kısa süre içerisinde yanmış eli kabardı ve sulandı. Bu süreçte sürekli mide bulantısı ve ağrı çekti. En sonunda da komaya girdi Daghlian için bu kaza anı ölümün geri dönüşü olmayan bir şekilde geleceğinin habercisiydi. Zaten kazadan sadece 25 gün sonra hayatını kaybetti. Güvenlik görevlisi ise ölümcül olmayan dozda radyasyon almıştı.
Şeytan çekirdeği tek kurbanla yetinmeyecekti.
Daghlian’ın ölümünden sonra güvenlik prosedürleri gözden geçirildi ancak yeterli olmayacaktı. Yaşanan ilk olaydan 9 ay sonra Daghlian’ın meslektaşlarından olan fizikçi Louis Slotin, çekirdeğin üzerine berilyum kubbesi indirerek benzer bir süperkritiklik durumu oluşturuyordu.
Slotin dikkatliydi ancak bu dikkati yeterli olmadı.
Kungsten karbür tuğlalar gibi berilyum kubbe de nötronları merkeze geri yansıtarak plütonyumu süperkritikliğe itiyordu. Bunun olmaması için kubbenin hiçbir zaman tamamen kapanmaması gerekiyordu. Slotin, bunun için bir tornavida kullanıyordu. Kubbenin altına tornavida koyuyor ve bir boşluk alanı yaratıyordu.
Bu yöntem tek bir ufak hataya bağlıydı. Sonunda olması gereken oldu ve tornavida kaydı. Bunun sonucunda kubbe çekirdeği tamamen kapladı. Berilyum baloncuğu içinde kalan şeytan çekirdeği çok fazla nötronu sıçratmaya başlattı. Odada bulunan başka bir bilim insanı olan Raemer Schreiber, kubbenin düşme sesi üzerine bir ısı hissetmiş ve mavi bir parıltı görmüştü.
Slotin, kendisini bekleyen sonu kaza yaşandığı anda biliyordu.
Schreiber, bu mavi ışığın saniyenin onda biri kadar durduğunu söylüyor, ancak bu süre Slotin için yeterli olmuştu. Bu olay sonucunda odadaki fotoğrafçı ve güvenlik görevlisi dahil 7 kişi radyasyona maruz kaldı, ancak ölümcül düzeyde radyasyon alan tek kişi Slotin’di. Slotin bu kazanın ardından aldığı dozun az çok farkındaydı. Arkadaşı Daghlian’ın başından geçenleri de çok iyi biliyordu. Schreiber, Slotin’in tornavida kazasından sonra söylediği ilk sözleri şunlardı: “Evet, bu işe yarar.”
Slotin, bu olayın ardından mide bulantısı ve kusma nöbetleri yaşadı. Sonra kısa süreliğine hastanede iyileşmiş gibi görünen Slotin, aslında iyileşmemişti. Sadece günler içinde kilo kaybetti ve karın ağrıları yaşadı. Tüm bunlarla birlikte zihinsel karışıklık belirtileri de yaşayan Slotin, kazanın yaşandığı andan sadece 9 gün sonra hayatını kaybetti.
Bu olaylarla şeytan çekirdeğinin de sonu geldi.
Yaşanan bu iki olayın ardından bilim insanları bu plütonyum çekirdeğine “Rufus” demeyi bıraktılar ve “şeytan çekirdeği” ifadesini söylemeye başladılar. Bu çekirdek aslında ABD’nin nükleer silah test programı olan Kavşak Operasyonu’nda kullanılacaktı ancak Slotin’in kazasının sonrasında radyasyon seviyelerindeki artış nedeniyle bu plandan vazgeçildi. Bunun yerine şeytan çekirdeği isimli plütonyum eritildi ve gerektiğinde başka çekirdeklere dönüştürülmek üzere ABD nükleer stoğuna entegre edildi.
Adına ister Rufus isterseniz de şeytan çekirdeği deyin, bu plütonyum topunun binlerce insanı öldürecek bir gücü var. O sebeple bir nükleer başlıkta patlatılmaması (test için bile olsa) güzel bir haber. Bununla birlikte o dönem nükleerle ilgilenen bilim insanları böyle risklerin farkındaydılar, ancak araya tornavida sıkıştırmak gibi çok da kabul edilebilir olmayan güvenlik önlemleriyle hayatlarını riske atmışlardı.
- Kaynaklar: Sciencealert, Nuclearsecrecy, Nuclearsecrecy, OSTI, Nuclear Museum